Bölüm Dört
Siz Eşsiz Birisiniz!
HER sabah günlük faaliyetinize başlamadan önce nasıl göründüğünüze bakmak amacıyla aynaya bir göz atıyor musunuz? O anda, gördükleriniz üzerinde uzun uzadıya düşünmeye vaktiniz olmayabilir. Fakat şimdi bir an duralım ve aynaya şöyle bir göz atmamızı mümkün kılan, hayranlık uyandıran özelliklerimize bakalım.
Renkli görüntü yaşam için vazgeçilmez değilse de, gözleriniz kendinizi tam renkli görmenizi sağlar. Kulaklarınızın konumu size stereofonik işitme olanağı verir; böylece seslerin, örneğin, sevdiğiniz birinin sesinin nereden geldiğini saptayabilirsiniz. Bunu belki olağan görüyoruz, oysa ses mühendisleri için yazılmış bir kitap şu yorumda bulunuyor: “İnsanın işitme sistemi her yönüyle incelendiğinde, karmaşık işlevlerinin ve yapısının, yardımsever bir elin tasarımını gösterdiği sonucundan kaçınmak kolay değildir.”
Burnunuz da şahane bir tasarım yansıtır. Onunla sizi yaşatan havayı soluyabiliyorsunuz. Aynı zamanda, bu organınız 10.000 farklı kokuyu ayırt etmenizi mümkün kılan milyonlarca duyu alıcısına da sahiptir. Yemeğinizi yerken başka bir duyu devreye girer. Binlerce tat tomurcuğu yediklerinizin tadını size iletir. Dilinizin üzerindeki diğer alıcılar dişlerinizin temiz olup olmadığını hissetmenize yardımcı olur.
Evet, beş duyuya sahipsiniz—görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma. Bazı hayvanların geceleri bizden daha keskin görüşe sahip olduğu, bazılarının kokuya karşı çok daha duyarlı olduğu ya da çok daha iyi işittiği doğrudur, ama insan bu duyuları dengelemekte eşsizdir. Biz bu yönden eşsiziz.
Şimdi, bu yetiler ve güçlerden ne sayesinde yararlanabildiğimizi inceleyelim. Bunların hepsi başımızdaki 1,4 kilogramlık organa bağlıdır. Hayvanlar da çeşitli işlevler gören bir beyne sahiptir. Yine de, insan beyni onlarınkinden kat kat üstün olup bizi yadsınamaz biçimde eşsiz kılar. Bu nasıl olmuştur? Ayrıca bu eşsizliğin bizim anlamlı, sonsuz bir yaşama duyduğumuz ilgiyle nasıl bir bağlantısı vardır?
Olağanüstü Beyniniz
İnsan beyni yıllardır bilgisayara benzetildi, ama son bulgular bu benzetmenin hiç de uygun olmadığını gösterir. Dr. Richard M. Restak, “Bir milyon kere milyar sinapsı (bağlantısı) bulunan 50 milyar kadar nörona ve saniyede belki toplam 10 milyon kere milyar ateşleme hızına sahip bir organın işlevini anlamaya nereden başlanır?” diye sordu. Cevabı neydi? “En ileri nöral-network bilgisayarların bile performansı . . . . bir kara sineğin zihinsel kapasitesinin yaklaşık on binde biridir.” Şu halde, bir bilgisayarın böylesine çarpıcı bir üstünlüğü olan insan beyninin ne kadar gerisinde kaldığını düşünün.
İnsan yapısı hangi bilgisayar kendini onarabilir, yeniden programlayabilir ya da zaman içinde gelişebilir? Bir bilgisayar sisteminde ayarlamalar yapılması gerektiğinde, programcının yeni kodlanmış bilgileri yazıp sisteme koyması gerekir. Beynimizse hem yaşamımızın ilk yıllarında hem de ileri yaşlarımızda bu işleri kendiliğinden yapar. En ileri bilgisayarın bile beyne oranla çok ilkel kaldığını söylersek abartmış olmayız. Bilim adamları onu “bilinen en komplike yapı” ve “evrendeki en karmaşık nesne” olarak adlandırdılar. Birçoklarını insan beyninin özen gösteren bir Yaratıcı’nın ürünü olduğu sonucuna yönelten bazı bulguları ele alalım.
Kullanın Yoksa Yitirirsiniz
Otomobil ve uçak gibi yararlı buluşlar, temelde insanın tasarımlayıp içlerine yerleştirdiği sabit mekanizmalar ve elektrik sistemleriyle sınırlıdır. Bunun tersine, beynimiz, en azından, son derece esnek bir biyolojik mekanizma ya da sistemdir. Belli bir yönde kullanılmasına, hatta kötü kullanılmasına bağlı olarak sürekli değişebilir. Beynimizin yaşam boyu gösterdiği gelişmeden iki ana etkenin, yani duyularımız aracılığıyla beynimize aktarılmasına izin verdiklerimizin ve üzerinde düşünmeyi yeğlediklerimizin sorumlu olduğu anlaşılıyor.
Kalıtsal etkenler zihinsel performansta rol oynuyorsa da, son araştırmalar, beynimizin sınırlarının ana rahmine düştüğümüz anda genlerimiz tarafından belirlenmediğini gösterir. Pulitzer ödülü kazanmış yazar Ronald Kotulak, “bilimin artık öğrendiği gibi beynin değişken olduğunu hiç kimse önceden tahmin etmemişti” diye yazıyor. Üç yüzden fazla araştırmacıyla yaptığı görüşmelerden sonra vardığı sonucu şöyle bildirdi: “Beyin statik bir organ değildir; yaşananlardan önemli ölçüde etkilenen hücre bağlantılarından oluşan, sürekli değişen bir kütledir.”—Inside the Brain.
Bununla birlikte, beynimizi şekillendiren yalnızca yaşadıklarımız değildir. Düşündüklerimiz de onu etkiler. Bilim adamları, zihnen aktif kalan insanların beyninde sinir hücreleri (nöronlar) arasındaki bağlantıların (sinapslar) zihnen tembel olanlarınkinden daha fazla olduğunu ve farkın yüzde 40’a kadar çıkabildiğini saptadılar. Sinirbilim uzmanları şu kanıya varıyorlar: Onu kullanmalısınız yoksa yitirirsiniz. Peki yaşlılar için ne denebilir? Göründüğü kadarıyla, insan yaşlandıkça beyin hücrelerinin bazılarını yitiriyor ve ileri yaşlarda bellek kaybı görülebiliyor. Ne var ki, bu kayıp bir zamanlar inanıldığından çok daha azdır. National Geographic’in insan beyni hakkındaki haberinde şunlar dendi: “Yaşlılar . . . . zihnen aktif kalarak, yeni bağlantılar türetme ve eskilerini sürdürme yeteneklerini korurlar.”
Beynimizin esnekliği hakkındaki son bulgular Mukaddes Kitapta bulunan öğütle uyum içindedir. Hikmet yansıtan bu kitap okurlarını, ‘zihinlerini yenilemekle değişilmiş olmaya’ ya da zihinlerine soktukları ‘tam bilgiyle yenilenmeye’ teşvik eder. (Romalılar 12:2; Koloseliler 3:10) Yehova’nın Şahitleri, Mukaddes Kitap incelendikçe ve öğüdü uygulandıkça bunun böyle olduğunu görmektedirler. Sosyal konumu ve eğitim durumu ne olursa olsun, toplumun her kesiminden binlerce kişi bunu yaptı. Onlar kişiliklerini yitirmediler, fakat birinci yüzyılda bir yazarın “sağduyu” diye adlandırdığı niteliği göstererek daha mutlu ve daha dengeli oldular. (Resullerin İşleri 26:24, 25, İncil—Çağdaş Türkçe Çeviri) Bu tür gelişmeler büyük çapta, beyin korteksinin (beyin kabuğu) başın ön bölümünde yer alan kısmının iyi kullanılmasından kaynaklanır.
Frontal Lobunuz
Beynin en dış katmanı olan beyin korteksindeki nöronların çoğu kaslara ve duyu organlarına doğrudan bağlı değildir. Örneğin, frontal (alın) lobu oluşturan milyarlarca nöronu düşünün. (56. sayfadaki resme bakın.) Beyin taramaları, bir sözcüğü düşündüğünüzde ya da anılarınızı canlandırdığınızda frontal lobunuzun faaliyette bulunduğunu gösterir. Beynin ön kısmı, sizin siz olmanızda özel bir rol oynar.
“Prefrontal (alın önü) korteks . . . . düşüncelerin, zekânın, güdülerin ve kişiliğin en ince ayrıntılarıyla oluşturulması işine katılır. Soyut fikirler, yargı, sebat, tasarı, başkalarına duyulan ilgi ve vicdanın oluşumu için gerekli deneyimleri çağrıştırma işini görür. . . . . Bu bölümde görülen incelikli çalışma insanları diğer hayvanlardan farklı kılar.” (Marieb’in Human Anatomy and Physiology kitabı) İnsanın, esasen prefrontal korteksi ilgilendiren matematik, felsefe ve hukuk gibi alanlarda elde ettiği başarılardan bu farklılığın kanıtını kuşkusuz görürüz.
Hayvanlarda bu alan ya gelişmemiş ya da hiç yokken, insanlarda daha yüksek zihinsel işlevlere katkıda bulunan geniş, esnek bir prefrontal korteks neden vardır? Aramızdaki tezat böylesine büyük olduğundan, evrim geçirdiğimizi iddia eden biyologlar, “beyin ölçülerinde gizemli bir patlama” olduğunu söylerler. Biyoloji Profesörü Richard F. Thompson, beyin korteksimizdeki olağanüstü genişlemeye dikkati çekerek şu itirafta bulunur: “Bunun oluş nedeni hakkında henüz pek net bir anlayışa sahip değiliz.” Söz konusu neden, insanın bu eşsiz beyin kapasitesiyle yaratılmış olması olamaz mı?
Eşsiz İletişim Becerileri
Beynin diğer kısımlarının da eşsizliğimizde katkısı vardır. Prefrontal korteksimizin arkasında bulunan ve başımızın bir tarafından diğer tarafına uzanan şerit şeklindeki alana motor korteks denir. Bu alan kaslarımıza bağlı milyarlarca nöron içerir. Bu korteks de bizim maymun ve diğer hayvanlardan çok farklı olmamıza katkısı olan özelliklere sahiptir. Esas motor korteks bize, “(1) büyük beceri isteyen el işleri yapabilmek için elimizi, parmaklarımızı, baş parmağımızı ve (2) konuşabilmek için de ağzımızı, dudaklarımızı, dilimizi ve yüz kaslarımızı olağanüstü biçimde kullanma yeteneği” verir.—Textbook of Medical Physiology, Guyton.
Motor korteksin konuşma yetinizi nasıl etkilediği üzerinde biraz duralım. Onun yarısından fazlası iletişim organlarını denetler. İnsanın eşsiz iletişim becerileri bu sayede açıklanabilir. İletişimde ellerimizin (yazışmalarda, normal jestlerde ya da işaret dilinde) rolü varsa da, ağzımız genelde başrolü oynar. Bir bebeğin ilk sözcüğünden bir yetişkinin sesine kadar, insanın konuşması hiç kuşkusuz bir harikadır. Dilde, dudaklarda, çenede, boğazda ve göğüste bulunan 100 kadar kas, sayısız farklı sesin çıkması için işbirliği yapar. Şu karşılaştırmaya dikkat edin: Tek bir beyin hücresi bir atletin baldır kasındaki 2.000 lifi yönetebilir, oysa gırtlağı kontrol eden beyin hücreleri yalnızca 2 veya 3 kas lifi üzerinde yoğunlaşabilir. Bu durum, beynimizin özellikle iletişim için donatılmış olduğu fikrini vermez mi?
Söylediğiniz her kısa tabir, kas hareketlerinin belirli bir kalıbını gerektirir. Tek bir sözün anlamı, hareketin boyutuna ve farklı kasların anlık zamanlamasına göre değişebilir. Konuşma yeteneği uzmanı Dr. William H. Perkins’in açıkladığına göre, “Normal hızla konuşurken saniyede yaklaşık 14 ses çıkarırız. Bu, dilimizi, dudaklarımızı, çenemizi ya da konuşma mekanizmamızın diğer kısımlarını ayrı ayrı hareket ettirirken denetleyebildiğimiz hızın iki katıdır. Fakat konuşmak için onları bir araya getirdiğinizde tıpkı usta daktilograf ve piyanistlerin parmakları gibi çalışırlar. Hareketleri, hassas bir zamanlamayla sağlanan uyum içinde bütünleşir.”
“Nasılsınız?” gibi basit bir soruyu sormak için gerekli bilgi, bazılarının konuşma merkezi saydığı, beyninizde frontal lobun Broca alanı diye adlandırılan kısımda saklanır. Nobel ödüllü sinirbilim uzmanı Sir John Eccles şunları yazdı: “Maymunlarda . . . . Broca konuşma alanının karşılığı herhangi bir alan saptanmamıştır.” Hayvanlarda benzer alanlar bulunsa dahi, bilim adamlarının maymunlara söz yerine geçen birkaç basit ses çıkarmaktan fazlasını öğretemedikleri bir gerçektir. Oysa sizler karmaşık bir dil konuşabiliyorsunuz. Bunu yapabilmek için de sözcükleri dilinizin gramerine göre diziyorsunuz. Hem konuşurken hem de yazarken bunu yapmanıza Broca alanı yardımcı oluyor.
Hiç şüphesiz en az bir dil bilmeden ve sözcüklerinin anlamını kavramadan konuşma mucizesini başaramazsınız. Bu, beyninizin Wernicke alanı diye bilinen diğer özel bir kısmını kullanmanızı gerektirir. Burada milyarlarca nöron, söylenen veya yazılan sözlerin anlamını ayırt eder. Wernicke alanı, duyduğunuz veya okuduğunuz sözlerden anlam çıkarıp onları kavramanıza yardımcı olur; böylece verilen bilgiyi öğrenebilir ve mantıklı bir karşılık verebilirsiniz.
Akıcı biçimde konuşabilmenizde daha fazla etken rol oynar. Şöyle örnekleyelim: “Merhaba” deyişiniz karşınızdakine birçok farklı mesaj iletebilir. Ses tonunuz mutlu, heyecanlı, sıkkın, telaşlı, kızgın, üzgün ya da korkmuş olup olmadığınızı gösterir ve hatta içinde bulunduğunuz duygusal durumun derecesini bile açığa vurabilir. Konuşmanızın duygusal yanı için beyninizde başka bir alan bilgi sağlar. Böylece iletişimde bulunurken beyninizin çeşitli kısımları devreye girer.
Şempanzelere kısıtlı bir işaret dili öğretilebiliyor, fakat onlar bu dili ancak yiyecek veya buna benzer başka basit isteklerde bulunurken kullanabiliyorlar. Şempanzelere basit sözsüz iletişimi öğretmeye çalışan Dr. David Premack şu kanıya vardı: “İnsan dili açıklanabilenden çok daha geniş kapasiteli olduğundan, evrim kuramını utanç verici bir duruma düşürür.”
‘İnsanlar düşünce ve duyguları iletebilme, sorular sorup cevap verme yönündeki bu olağanüstü beceriye neden sahipler?’ diye düşünebiliriz. The Encyclopedia of Language and Linguistics, “[insandaki] konuşma yeteneğinin özgün” olduğunu belirtir ve “hayvanlarda iletişim kurma yönünde belirtiler bulma çabasının, dil ve konuşma yeteneğini hayvan davranışlarından ayıran büyük uçurumun üzerine köprü kurmayı başaramadığını” kabul eder. Profesör Ludwig Koehler bu farkı şöyle özetler: “İnsanın konuşma yeteneği bir sırdır; bir Tanrı vergisidir, bir mucizedir.”
Maymunların işaret kullanımıyla çocukların karmaşık dil yetileri arasında ne büyük bir fark vardır! Sir John Eccles çoğumuzun gözlemlediği bir duruma, yani “3 yaşındaki çocukların bile, kendi dünyalarını anlama arzusuyla karşılarındakileri soru yağmuruna tutarak gösterdikleri” yetiye değindi. Sözlerine şunları ekledi: “Bunun tersine, maymunlar soru sormazlar.” Evet, yalnızca insan soru üretir ve bunlar arasında yaşamın anlamıyla ilgili olanlar da vardır.
Bellek ve Dahası!
Aynaya göz attığınızda, daha gençken sahip olduğunuz görünümü düşünebilir ve hatta bunu yıllar sonra alacağınız görünümle ya da makyaj yaptıktan sonraki görünümünüzle karşılaştırabilirsiniz. Siz farkına bile varmadan bu düşünceler zihninizde doğabilir; bu hiçbir hayvanın tatmadığı çok özel bir durumdur.
Yaşamlarını ve davranışlarını beliren ihtiyaçlarına göre ayarlayan hayvanların tersine, insanlar geçmişi düşünebilir ve gelecek için planlar kurabilirler. Bunun anahtarı, beyninizin neredeyse sınırsız denebilecek bellek kapasitesidir. Gerçi hayvanların da bir dereceye kadar belleğe sahip olduğu ve böylece yuvalarının yolunu bulup yiyeceklerin yerini anımsayabildiği doğrudur. İnsan belleğiyse bundan kat kat büyüktür. Bir bilim adamının tahminine göre, beynimizin barındırabileceği bilgi, “dünyanın en büyük kütüphanelerindeki yirmi milyon kitabı doldurabilir.” Bazı sinirbilim uzmanları insanın ortalama yaşam süresi boyunca potansiyel beyin kapasitesinin sadece yüzde birinin yüzde birini (.0001) kullanabildiğini tahmin ediyorlar. Belki haklı olarak, ‘Normal yaşam süremiz boyunca çok küçük bir bölümünü bile yeterince kullanamadığımız böylesine büyük kapasiteye sahip bir beyne neden sahibiz?’ diye soracaksınız.
Beynimiz bir süperbilgisayar gibi yalnızca çok büyük bir bilgi deposu da değildir. Biyoloji profesörleri Robert Ornstein ve Richard F. Thompson şunları yazdılar: “İnsan zihninin öğrenme yeteneği—bilgiyi depolayıp anımsaması—biyolojik evrende en olağanüstü fenomendir. Dil, düşünce, bilgi, kültür gibi bizi insan yapan her özellik bu olağanüstü yeteneğin sonucudur.”
Üstelik, siz bilinçli bir akla da sahipsiniz. Bu bildik bir söz gibi gelebilir, oysa sizi eşsiz kılan bir özelliği özetler. Akıl, “zekâ, kararlaştırma, algılama, bilinç yetilerinin ve benlik duygusunun bulunduğu soyut bir oluşum” olarak tanımlanmıştır. Dere, akarsu ve ırmakların denizleri beslediği gibi, aklımız da sürekli, anılar, düşünceler, hayaller, sesler ve duyguların akımına uğramaktadır. Bir tanıma göre, bilinç “insanın kendi aklından geçenleri algılamasıdır.”
Çağdaş araştırmacılar, beynin fiziksel yapısının ve içinde gerçekleşen bazı elektrokimyasal süreçlerin anlaşılması yönünde büyük aşama kaydettiler. Onlar, aynı zamanda çok geliştirilmiş bilgisayarların elektrik devrelerini ve işlevini açıklayabiliyorlar. Bununla birlikte, beyin ile bilgisayar arasında büyük bir fark vardır. Siz beyniniz sayesinde varlığınızın bilincinde ve farkındasınız, oysa bilgisayar kesinlikle kendisinin farkında değildir. Acaba bu farkın sebebi nedir?
Doğrusunu söylemek gerekirse, beynin içindeki fiziksel süreçlerden bilincin nasıl ve neden oluştuğu bir sırdır. Bir nörobiyolog, “bunun nasıl olduğunu açıklayabilecek bir bilim dalı göremiyorum” dedi. Ayrıca, Profesör James Trefil şu yorumda bulundu: “İnsanın bilinçli olmasının tam ne anlama geldiği, . . . . bilim dallarında, bizim nasıl soracağımızı bile bilemediğimiz tek esaslı sorudur.” Bunun bir nedeni, bilim adamlarının beyni anlamaya çalışırken kendi beyinlerini kullanıyor olmasıdır. Ayrıca beynin sadece fizyolojisini incelemek de yeterli olmayabilir. Dr. David Chalmers, bilinç için, “varoluşun en derin gizemlerinden biri” diyerek şunu ekliyor: “Fakat yalnızca beyin hakkındaki bilgi [bilim adamlarının] bu gizemi çözmelerine yetmeyebilir.”
Ne var ki, hepimiz bilinci yaşıyoruz. Örneğin, geçmiş olaylarla ilgili canlı anılarımız, bilgisayar bitleri gibi, sadece depolanıp saklanan gerçekler değildir. Yaşadıklarımızı uzun uzadıya düşünebilir, onlardan dersler çıkarıp geleceğimize şekil vermek üzere onları kullanabiliriz. Gelecekle ilgili bazı senaryolar düşünebilir ve her birinin olası etkisini hesaplayabiliriz. Bizler çözümleme, yaratma, değer verme ve sevme kapasitesine sahibiz. Geçmiş, bugün ve gelecek hakkında hoş sohbetler yapabiliyoruz. Davranışlar konusunda ahlaksal değerlerimiz var ve hemen yararını görmeyebilecek bile olsak, onlara dayanarak kararlar verebiliyoruz. Sanatsal ve ahlaksal güzellikler bizi çekiyor. Zihnimizde düşüncelerimizi biçimlendirip süzgeçten geçirebiliyor ve bunları uygularsak başka insanların ne tepki göstereceğini tahmin edebiliyoruz.
Bu gibi etkenler, insanları yeryüzündeki diğer yaşam türlerinden ayıran bir bilinçlilik oluşturur. Köpek, kedi ya da kuş aynaya baktığında sanki kendi cinsinden bir başkasını görüyormuş gibi davranır. Oysa siz aynaya baktığınızda, az önce sözü edilen kapasitelerde bir varlık olarak kendi benliğinizin bilincine varırsınız. Sonra, bazı çelişkiler üzerinde düşünebilirsiniz. Örneğin, ‘Neden kaplumbağalar 150 ve bazı ağaçlar 1.000 yıldan fazla yaşıyor da, zekâ sahibi insanın 100 yaşına varması manşetlik haber oluyor?’ Dr. Richard Restak şunları belirtir: “Yalnız ve yalnız insan beyni, kendi faaliyetini dikkatle inceleme ve böylece olağan deneyimlerin sınırını bir dereceye kadar aşma kapasitesine sahiptir. Aslında, kendi senaryomuzu yeniden yazıp dünyada kendimizi yeniden gözden geçirme yeteneğimiz bizi yeryüzündeki tüm diğer yaratıklardan farklı kılar.”
İnsanın bilinci bazılarının zihnini karıştırır. Life Ascending kitabı, salt biyolojik bir açıklamayı yeğlemekle birlikte şunu da kabul eder: “Kaybedenleri korkunç zarara uğratan bir şans oyununu andıran [evrim] sürecinin, güzelliğe ve gerçeğe duyulan sevgi, sevecenlik, özgürlük ve hepsinin üstünde insan ruhunun enginliği gibi nitelikleri nasıl oluşturabildiği üzerine kafa yorduğumuzda hayrete düşüyoruz. Ruhi kaynaklarımızı ne denli düşünürsek şaşkınlığımız o denli artar.” Gerçekten de böyledir. O halde insanın eşsizliğine ilişkin düşüncelerimizi, sahip olduğumuz bilinci gösteren birkaç kanıtla noktalayabiliriz; bu kanıtlar birçoklarının bizimle ilgilenen zekâ sahibi bir Tasarımcı, bir Yaratıcı olması gerektiğine neden inandıklarını açıklar.
Sanat ve Güzellik
“İnsanlar neden böylesi bir tutkuyla sanatın peşinden koşuyor?” Profesör Michael Leyton, Symmetry, Causality, Mind adlı kitabında böyle soruyor. Onun belirttiği gibi, kimileri, matematik gibi zihinsel etkinliklerin insana açık bir yararı olduğunu söyleyebilir, fakat sanatın ne yararı olabilir? Leyton görüşünü, insanların sanat eserlerine ve konserlere gidebilmek için uzun mesafeler kat ettiklerini söyleyerek örnekledi. Onlara bunu yaptıran içlerindeki hangi duygudur? Benzer şekilde, yerkürenin her tarafında insanlar evlerinin ve bürolarının duvarlarına güzel fotoğraflar ve resimler asarlar. Ya da müziği ele alalım. Çoğu insan evinde ya da arabasında müzik dinlemeyi sever. Neden? Herhalde, müziğin bir zamanlar en uygunların artakalımına katkısı olduğundan değil. Leyton’un sözleriyle, “sanat insan ırklarının belki açıklanması en olanaksız fenomenidir.”
Her ne olursa olsun, sanat ve güzellikten zevk almanın, bize “insan” olduğumuzu hissettiren bir özellik olduğunu hepimiz biliriz. Bir hayvan bir tepe üzerine oturup gökyüzünün renklerine bakabilir, fakat böyle güzellikler ona çekici gelir mi? Oysa bizler, gün ışığı altında titrek ışıklar saçarak akan dağ sularını izleriz, tropikal bir yağmur ormanındaki göz kamaştırıcı çeşitlilikten gözlerimizi ayıramayız, palmiyelerin uzanıp gittiği bir sahile uzun uzun bakar, geceleri üzerimizde siyah bir kadife gibi uzanan gökyüzüne serpilmiş yıldızları büyülenmişçesine seyrederiz. Çoğu kere içimizin hayranlıkla dolduğunu hissederiz, öyle değil mi? Bu tür güzellikler içimizi ısıtır, moralimizi yükseltir. Neden?
Aslında hayatta kalabilmemize pek katkısı olmayan şeylere doğuştan tutkun oluşumuzun sebebi nedir? Estetik değerlerimiz nereden kaynaklanıyor? İnsanı yaratırken ona bu değerleri vermiş bir Yapıcı’yı hesaba katmadan bu sorulara doyurucu yanıtlar alamayız. Aynı durum ahlaksal güzellik konusunda da geçerlidir.
Ahlak Değerleri
Bazıları en büyük güzelliğin iyi davranışlar olduğunu kabul eder. Örneğin, zulüm karşısında ilkelere bağlı kalmak, bencil amaçlar gütmeden başkalarının sıkıntılarını hafifletmeye çalışmak ve bizi inciten birini bağışlamak, her yerde, düşünen insanların ahlak duygusuna çekici gelen davranışlardır. Eski bir Mukaddes Kitap özdeyişinde bu güzellikten söz edilir: “İnsanın basireti öfkesini geciktirir; ve suç bağışlamak onun güzelliğidir.” Ya da bir başka özdeyişin belirttiği gibi: “İnsanı özlettiren kendi lûtufkârlığıdır.”—Süleymanın Meselleri 19:11, 22.
Bazı insanların, hatta grupların yüksek ahlak standartlarını görmezlikten gelip çiğnediğini hepimiz biliriz, fakat çoğunluk böyle yapmıyor. Hemen her alanda ve her dönemde var olan ahlak değerleri hangi kaynaktan geliyor? Eğer bir ahlak Kaynağı, bir Yaratıcı yoksa, doğru ve yanlış kavramı sadece insandan, toplumdan mı kaynaklandı? Bir örnek ele alalım: Çoğu kişi ve toplum, insan öldürmenin yanlış olduğunu kabul eder. Fakat biri, ‘Neye göre yanlış?’ diye sorabilir. Açıkça görüldüğü gibi, genelde insan toplumunun temelinde yatan ve birçok ülkenin yasalarına girmiş bir ahlak duygusu vardır. Bu ahlak standardının kaynağı nedir? Acaba bu kaynak ahlak değerlerine sahip olan ve insanların içine vicdan yetisini ya da etik duygusunu yerleştiren zekâ sahibi bir Yaratıcı olamaz mı?—Romalılar 2:14, 15 ile karşılaştırın.
Gelecek Üzerine Düşünebilir ve Planlar Yapabilirsiniz
İnsan bilincinin diğer bir yönü geleceği düşünme yeteneğidir. İnsanların kendilerini hayvanlardan farklı kılan özellikleri olup olmadığı sorulduğunda, Profesör Richard Dawkins insanın gerçekten eşsiz nitelikleri olduğunu doğruladı. Dawkins, “bilinci, hayali, önseziyi kullanarak ilerisi için planlar yapma yeteneğinden” söz ettikten sonra şunları ekledi: “Evrimde her zaman hesaba katılan sadece kısa vadeli yarardır; uzun vadeli yarar hiçbir zaman hesaba katılmamıştır. Bireyin kısa vadeli yararı açısından olumsuz bir özelliğin evrimlenmesi hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Şimdiye dek ilk kez, hiç değilse bazı kimseler, ‘Bu ormanı keserek elde edebileceğiniz kısa vadeli yararı unutun; uzun vadede ne olacak?’ diyebiliyor. Ben artık bunun gerçekten yeni ve eşsiz bir şey olduğunu düşünüyorum.”
İnsanın bilinçli, uzun vadeli planlar yapma yeteneğinin eşi benzeri olmadığını başka araştırmacılar da doğruluyor. Nörofizyolog William H. Calvin şunları belirtiyor: “Hayvanların, hormonlarının etkisiyle başladıkları kış ve çiftleşme hazırlıkları bir yana bırakılacak olursa, önlerindeki birkaç dakikadan daha ötesi için pek plan yapmadıklarını görmek şaşırtıcıdır.” Hayvanlar soğuk mevsim gelmeden önce yiyeceklerini depolayabilirlerse de hiçbir şeyi enine boyuna düşünüp planlamazlar. İnsanlar ise, tersine geleceği, hatta uzak geleceği bile düşünürler. Bazı bilim adamları milyarlarca yıl sonra evrene neler olabileceği üzerine kafa yoruyor. Hayvanlardan böylesine farklı olan insanın geleceği düşünüp planlar kurabilmesinin nedenini hiç merak ettiniz mi?
Mukaddes Kitap insanlar hakkında, “[Yaratıcı] onların yüreğine de ebediyeti koydu” der. Revised Standard Version bu ayeti, “insanın aklına sonsuzluğu koydu” şeklinde tercüme eder. (Vaiz 3:11) Biz insanları farklı kılan bu yetiyi, her gün aynaya bir göz atıp on ya da yirmi yıl sonraki görünüşümüzü düşünmemiz gibi, olağan davranışlarımız sırasında bile kullanıyoruz. Zamanın ve uzayın sonsuzluğu gibi kavramları aklımızdan geçirirken bile, Vaiz 3:11’de söylenenleri doğruluyoruz. Salt bu yetiye sahip olmamız, Yaratıcı’nın “insanın aklına sonsuzluğu” koyduğuna ilişkin açıklamayla uyumludur.
İnsanın Yaratıcı’ya Yönelmesi
Bununla birlikte, birçok insan güzelliklerden zevk almakla, hemcinslerine iyilik yapmakla ve geleceği düşünmekle tam bir doyuma varmaz. Profesör C. Stephen Evans, “gariptir ki” diyor, “en mutlu olduğumuz ve sevildiğimizi hissettiğimiz değerli anlarımızda bile çoğu kez bir şeyin eksikliğini hissederiz. Ne istediğimizi bilmemekle birlikte daha fazlasını istediğimizi görürüz.” Gerçekten de, bu gezegeni paylaştığımız hayvanların tersine, bilinçli insanlar olarak başka bir şeye gereksinim duyarız.
“Din, insanın doğasının derinliklerine kök salmıştır ve ekonomik konumu ya da eğitim durumu ne olursa olsun her kesimden insanda görülüyor.” Bu, Profesör Alister Hardy’nin The Spiritual Nature of Man’de sunduğu araştırmanın özetidir. Ve başka sayısız araştırmanın da saptadığı noktayı, yani insandaki Tanrı bilincini doğrular. Bireyler ateist olabilir, ama uluslar değil. Is God the Only Reality? adlı kitap şunu belirtir: “Anlamın din yoluyla aranması, . . . . insanlığın ortaya çıkışından beri her kültür ve her yaşta yaşanan ortak deneyimdir.”
Doğuştan edinildiği anlaşılan bu Tanrı bilinci nereden geliyor? Eğer insan sırf rastlantı sonucu kümelenmiş nükleik asit ve protein moleküllerinden oluşuyorsa, bu moleküller neden sanata ve güzelliğe karşı sevgi geliştiriyor, dine bağlanıyor ve sonsuzluk üzerinde düşünüyor?
Sir John Eccles, insanın varoluşunun evrimsel açıklamasının “çok önemli bir yönden noksan olduğu” sonucuna vardı. “Her birimizin eşsiz, bilinçli varlıklar olarak varoluşumuz evrime bağlanamaz.” Beynimizin ve aklımızın işlevleri hakkındaki bilgimiz arttıkça, milyonlarca kişinin, insanın bilinçli bir canlı olarak varoluşunu bizimle ilgilenen bir Yaratıcı’nın varlığının kanıtına bağlayış nedenini daha kolay anlarız.
Toplumun her kesiminde, ‘Neden buradayız ve nereye gidiyoruz?’ gibi yaşamsal sorulara doyurucu yanıtların bulunmasında bu akılcı sonucun temel oluşturduğunun farkında olan insanlar var; sonraki bölümde böyle düşünmelerinin nedenini göreceğiz.
[Sayfa 51’deki çerçeve]
Satranç Şampiyonu Bilgisayar Karşısında
Çok gelişkin bir bilgisayar olan Deep Blue dünya satranç şampiyonunu yendiğinde, “Deep Blue’nun da aklı olduğu sonucuna varmamız gerekmiyor mu?” sorusu doğdu.
Yale Üniversitesinden Profesör David Gelernter şu yanıtı verdi: “Hayır. Deep Blue sadece bir makine. Bir saksının ne kadar aklı varsa, onun da o kadar aklı vardır. Bu esasen şu anlama gelir: İnsanlar şampiyon makine yapımcısıdırlar.”
Profesör Gelernter şu büyük farka işaret etti: “Beyin ‘benliği’ yaratabilen bir makinedir. Beyin hayaller kurabilir, bilgisayarlarsa bunu yapamaz.”
Sözlerini şöyle noktaladı: “İnsanla [bilgisayar] arasındaki boşluk kalıcıdır ve hiçbir zaman kapanmayacak. Makineler yaşamı kolaylaştırmaya, daha sağlıklı, daha ilginç ve daha şaşırtıcı kılmaya devam edecek. İnsanlarsa her zaman olduğu gibi yine kendileri ve birbirleriyle ilgilenmeye, birçokları da Tanrı’ya ilgi duymaya devam edecek. Makineler bu yönlerden hiçbir fark yaratmadı. Ve yaratmayacak da.”
[Sayfa 53’teki çerçeve]
Süperbilgisayar Salyangozla Boy Ölçüşebilir
“Günümüzün bilgisayarları görme, konuşma, hareket etme ya da sağduyu kullanma yetileri bakımından 4 yaşındaki bir çocukla bile boy ölçüşemez. Bunun bir nedeni, hiç kuşkusuz salt hesaplama gücüdür. En güçlü süperbilgisayarın bile bilgi işlem kapasitesinin, bir salyangozun sinir sistemininkine eşit olduğu tahmin ediliyor; bu ise, kafatası[mızın] içindeki süperbilgisayarın gücünün çok çok küçük bir kesridir.”—Massachusetts Teknoloji Enstitüsünde Bilişsel Nöroloji Merkezi yöneticisi Steven Pinker.
[Sayfa 54’teki çerçeve]
“İnsan beyni neredeyse yalnızca [beyin] korteksinden oluşur. Örneğin, şempanzenin beyninin de korteksi vardır, ama çok daha küçük boyuttadır. Bizim korteksimiz düşünmemize, anımsamamıza ve hayal kurmamıza olanak sağlar. Aslında, bizler beyin korteksimizden dolayı insanız.”—Moleküler biyoloji araştırmaları yöneticisi Edoardo Boncinelli, Milano, İtalya.
[Sayfa 55’teki çerçeve]
Parçacık Fiziğinden Beyne
Profesör Paul Davies, beynin soyut bir alan olan matematikle uğraşmasını sağlayan yetisiyle ilgili görüşünü şöyle dile getirdi: “Matematik arka bahçenizde, yerde bulduğunuz bir nesne değildir. İnsanın zihninde oluşur. Fakat matematiğin en iyi uygulandığı yerleri soracak olursak, bunlar parçacık fiziği ve astrofizik gibi alanlar, yani gündelik işlerden çok, çok uzak, temel bilim alanlarıdır.” Bu neyi gösterir? “Bu bana, bilincin ve matematik yapma yetimizin yalnızca bir rastlantı, sıradan bir ayrıntı, evrimin önemsiz bir yan ürünü olmadığı fikrini veriyor.”—Are We Alone?
[Sayfa 56, 57’deki çerçeve/resimler]
(Ayrıntılı bilgi için lütfen yayına bakın)
Frontal lob
Prefrontal korteks
Broca alanı
Wernicke alanı
Motor korteks
● Beyin Korteksi, beynin zekâyla en kuvvetli bağlantısı olan dış katmanıdır. İnsanın beyin korteksi düzleştirilseydi dört daktilo kağıdını kaplardı; şempanzeninki sadece bir sayfayı ve fareninkiyse bir posta pulunu kaplardı.—Scientific American.
[Sayfa 58’deki çerçeve]
Her Ulusun Bir Dili Var
Tarih boyunca, farklı topluluklar ne zaman birbirleriyle karşılaşsalar, karşılarındaki topluluğun bir dil konuştuğunu görmüşlerdir. The Language Instinct şu yorumu yapar: “Dilsiz bir kabileye hiçbir zaman rastlanmadı ve bir bölgenin, dillerin ‘beşiği’ olduğunu, önceleri dilsiz olan toplumlara dillerin oradan yayıldığını gösteren hiçbir kanıt yoktur. . . . . Karmaşık dilin evrenselliği, dilbilimcilerde hayranlık uyandıran bir bulgudur; dili . . . . insanın özel bir içgüdüsünün ürünü olarak düşünmek için ilk neden budur.”
[Sayfa 59’daki çerçeve]
Dil ve Zekâ
İnsan zekâsı maymun gibi hayvanlarınkinden neden kat kat üstündür? Bunu anlamaya yardımcı bir nokta, bizim sözdizimi kullanmamız, yani sesleri birleştirip sözcükler oluşturmamız ve sözcükleri kullanarak cümleler kurmamızdır. Teorik nörofizyolog Dr. William H. Calvin şu açıklamada bulunur:
“Vahşi şempanzeler üç düzine kadar farklı ses kullanarak üç düzine kadar farklı anlam ifade ederler. Bir sesi tekrarlayarak anlamını kuvvetlendirebilirler, fakat üç sesi art arda dizerek kelime haznelerine yeni bir sözcük eklemezler.
Biz insanlar da üç düzine kadar ses birimi kullanırız; bunlara fonem denir. Fakat, bir anlamın ortaya çıkması ancak onların birleşmesiyle olur: biz anlamsız sesleri art arda dizerek anlamlı sözcükler türetiriz.” Dr. Calvin, hayvanların “bir ses için bir anlam” kullanımından bizim eşsiz sözdizimi kullanma yetimize sıçramanın nasıl olduğunu “henüz hiç kimsenin açıklayamadığını” belirtti.
[Sayfa 60’daki çerçeve]
Gelişigüzel Çiziktirmekten Fazlasını Yapabilirsiniz
“Sadece insan, yani Homo sapiens mi dille iletişim kurma yetisine sahiptir? Açıkça görülebileceği gibi, bunun yanıtı ‘dille’ ne kastedildiğine bağlı olmalıdır, çünkü daha gelişmiş hayvanların hepsi, hiç kuşkusuz jestler, kokular, çığlıklar, bağırışlar, ötüşler ve çok çeşitli işaretlerle, hatta arılar dansla iletişim kurabilir. Fakat göründüğü kadarıyla insan dışında hiçbir hayvan gramatik bir dil yapısına sahip değildir. Ayrıca, belki çok önemli bir nokta da, hayvanların betimsel resimler çizmemeleridir. Olsa olsa gelişigüzel çiziktirirler.”—Profesörler R. S. ve D. H. Fouts.
[Sayfa 61’deki çerçeve]
Profesör A. Noam Chomsky “İnsan aklına dikkatimizi çevirdiğimizde, olağanüstü karmaşık yapılar da görürüz” diyor. “Dil buna bir örnektir, fakat tek örnek değildir. [Göründüğü kadarıyla] yalnızca insanda bulunan, sayısal sistemin soyut özelliklerinden yararlanma kapasitesini de düşünün.”
[Sayfa 62’deki çerçeve]
Soru Sorma Yetisi “Bağışlanmış”
Fizikçi Lawrence Krauss evrenimizin geleceğiyle ilgili şunları yazdı: “Bize belki hiçbir zaman doğrudan görmeyeceğimiz şeyler hakkında sorular sorma cesareti verilmiş, çünkü bunları sorabiliyoruz. Çocuklarımız ya da onların çocukları bir gün bu sorulara cevap verecekler. Bize hayal gücü bağışlanmış.”
[Sayfa 69’daki çerçeve]
Evrenin varlığı ve bizim burada yaşıyor olmamız rastlantı sonucuysa, yaşamımızın hiçbir kalıcı anlamı olamaz. Fakat evrendeki yaşamımız bir tasarım sonucuysa, hayatımızın doyum verici bir anlamı olmalıdır.
[Sayfa 72’deki çerçeve]
Kılıç-Dişli Kaplanlardan Sakınırken mi Oluştu?
İngiltere Cambridge Üniversitesinden John Polkinghorne şu gözlemde bulundu:
“Teorik fizikçi Paul Dirac, fiziksel dünyayı anlamamıza temel oluşturan ve kuvantum alanlar kuramı diye adlandırılan buluşu yaptı. Ben, Dirac’a bu kuramı ya da Einstein’a genel görelilik kuramını buldurtan yetinin, kılıç-dişli kaplanlardan sakınmak zorundaki atalarımızdan aldığımız mirasın dolaylı bir sonucu olduğuna inanamam. Çok daha derin, çok daha gizemli bir şey olagelmekte. . . . .
Maddesel dünyanın fiziksel bilim dallarıyla sergilenen rasyonel düzenine ve gözler önündeki güzelliğine baktığımızda, zekâ belirtileriyle dopdolu bir dünya görürüz. Dinsel inanca sahip biri için bu yolla sezilen, Yaratıcı’nın zekâsıdır.”—Commonweal.
[Sayfa 63’teki resim]
Yalnızca insan soru üretir. Bu soruların bazıları yaşamın anlamıyla ilgilidir
[Sayfa 64’teki resim]
Hayvanların tersine, insanlarda benlik ve gelecek bilinci vardır
[Sayfa 70’deki resim]
İnsanlar güzelliğe değer verme, gelecek üzerinde düşünme ve bir Yaratıcı’ya yönelme açılarından eşsizdir